20100727

The Prestige



                    • "Şu anda sırrı arıyorsunuz ama bulamazsınız. Çünkü dikkatli bakmıyorsunuz. Siz sırrı çözmek değil, kandırılmak istiyorsunuz."











Ah,kandırıldım ve bunu kabul ediyorum,inanılmaz!
The prestige, inanılmaz bir film.İzlediğim andan itibaren en sevdiğim film yerini almış bulunuyor.Film iki illüzyonist'in meslekleri uğruna, hayatını hiçe almalarını ve birbirlerine karşı üstün olmakla beraber, sırlarını çalma çabalarını konu almış ve Christopher  Nolan bunu mükemmel bir şekilde nakletmiş.Sadece iki illüzyonist'in çekişmesiyle kalmıyor, Edison ve Tesla çekişmesini de göz önüne koyuyor.
Prestij bizim kullandığımız kelimenin dışına çıkarak illüzyon gösterisinin son perdesi manasına geldiğini bu filmde öğrenmiş olduk.Aşırı derecede tebrik, takdir,teşekkür gibi kavramları hak ediyor.Edison'un aksine daha geri planda kalan Tesla'nın adını anımsatmış olması takdiri gerçekten hak ettiğinin kanıtıdır.
Christian Bale'ye de pek yakışmış rolü.Hugh Jackman da fena değil tabi=)
Hep aklımda şu şapkaların çoğaldığı sahne...Filmin sonunda 'hala dikkat etmiyorsunuz' dediğinde yine bu görüntü düşmüş olduğundandır belki...Süper,izleyin,izletin!

Kandırıldım!










20100724

...touch...

Güzel insan Feridun Düzağaç ''dokunulmazsam ölücem'' demişti de, ne tuhaf demiştim...
Tuhaflaşmak içime işledi...
Tuhaftan daha öte bir durum var mı?
Biliyorsanız siz koyun adımı o halde...


Cem, şöyle demişti; 
''ve aşk şimdi çok uzakta uyuyan bir çocuğun kalbidir,
ve şimdi bir kalbi bir bedenden ayırıp gitmenin tam vaktidir...''
Olağanüstü demiştim bende,bu, gerçek olamayacak kadar acı...
Hoşçakal demek ne zaman güzel oldu ki?


Şimdi Feridun sözlerinden daha tuhaf bir alemde,Cem sözlerinin kıyısına sürükleniyorum...
Bazen insan olmanın verdiği o acizlik,kendinden başkasına ihtiyaç duyma saçmalığı öyle sinir ediyor ki beni,Dexter'a dönüşmekten korkuyorum...Sabahları iyi maskemi takınıp,geceleri insan doğramak,pekte kötü değil,hadi kabul edin sizde...Ama korkuyorum tabi.


Hani telefonun şarjı bitecekken sürekli dıt dıt öter ya ona çok sinir oluyorum ben...Bu problemi de halledeceğim...Düzeltilmesi gereken ne kadar şey varsa ben düzelteceğim,uhuv,süper kahraman olacağım hatta...Ya da kötü (adam diyemem) kadın...Zaten ben filmlerde hep kötü adamları severim,buradan bile belli...Bir gün kötü olanların kazandığı bir roman geçerse elinize ben yazmış olabilirim,kötü adamların dünyayı yok edebildiği bir film görürseniz,içinde mutlaka benimde parmağım olmalı...
Ne demek istediğim anlaşılıyor mu?Anlatabildiğimi sanmıyorum...
Mavi ojelerim var ama artık,o mutlu ediyor beni,hemde annem aldı,inanılmaz!
Mavi kelebekleri de çok severim ben,baya tutkunuyum hatta...
Aslında,bazen, 18 yaşın altında olmak daha iyi diyorum.Öyle çok büyük sorumluluklarının olmaması,bir şeyleri yapmak zorunda olmamak falan...Yarın kontör alacağım artık,mesajlaşmak nasıl bir  şey merak ettim.Pek ilgili olmadığımdan, gelen mesajlara cevap alamayanların saldırısından kurtulacağım!


Resimlerde ne zıt değil mi?
İçimde böyle,birbirine zıt bir sürü ses var...Birinin Mısır'lı(eski Mısır'lı) diğerinin Fransız olduğunu sanıyorum...Şu sıralar Fransız olanla iyiyiz.Kendi sesim susuyor hep tabi onların yanında.Zaten konuşmaktan çok,dokunulmaya ihtiyacı var onunda...Gerçekten korkmadan parmağının ucuyla da olsa düşüncelerime, duygularıma dokunabilecek biri var mı ki yer yüzünde?
Gidiyorum artık tamam,eziyet etmekten zevk almıyorum sana da canım blogum, fakat biliyorsun ki susturamıyorum bazen bu sesleri...Sesler benden daha uzaktalar,ama içimde yankılanıyor...
Kalp sızlayınca çatlar ses,kalemden akarak kana dönüşür kağıdın üstünde...Böyle,çok akıttım kanımı,çizikler içindeyim...

20100723

Eve döndüm,acıtacak biliyorum...
Temiz havayı özleyeceğim,gecenin bir saati balkonda çay içmeyi özleyeceğim,sessizliği özleyeceğim, yağmurdan sonra toprak kokusunu,insanların konuşma çabası olmamasını, ve yastığımı çok özleyeceğim...


Dönerken, başımı arabanın camına dayayıp,kulaklıklarımı taktım,eşsiz zevk!Uzun zamandır bozuk olmasına üzülüyordum,şimdi kullanabilmek çok güzel...



Yeni yağmur yağmıştı,toprak kokusu mis...İstemesem de geldim eve.Adını andığımda -sesli olarak-,geliveriyor hemen canım benim.



Yastığıma da öyle alışmıştım ki...uyutabiliyordu beni,sarıldığımda...
Şimdi ne yaparım bilmiyorum.
Kendimi gereğinden fazla sıktığımı farkettim.Niye böyle yapıyorum ki?
Bir de sanırım tüm site sakini artık biliyor yağmuru sevdiğimi,kontrolsüzlük işte,tutamadım kendimi,attım dışarıya=)...

yaşıyor olmak,güzel gibi...

20100720

....hayalperest....




Bazen yalanları duymayı istemek,doğruları duymaktan vazgeçmek, çok doğal olabilir...
kısa bir süre için...
Yalanlar sahte olduğu kadar, daha az kırıcı,hatta bazen sığınak,kurtarıcı...
Şimdiyse nötrlenmiş haldeyim...
Ne yalan var ne de doğru...
Herkesten uzak,kendimle başbaşayım...
Hiçbir gerçek belirtisi yok,yansımalar...


Hayalperest olmak iyidir bazen,teoman da diyorsa güzeldir...
Şarkıyı bulamadığım için kızgınım da.

herkese uzak bana yakın...



Ev kelimesinin anlamını hissedemedim hiç.Evim..? bunu cümle içinde bile kullanmadım...
Kendimi bir yere bağlı hissedemedim de...
Normal insanlar uzun süre yaşadığı yer için yapıştırıyorlar belleklerine bu kelimeyi...
Bu kelimeyi ne zaman bir yer için kuracağımı çok merak ediyorum...Artık bir yerde sabit kalmak istiyorum da denebilir, ki bundan da sıkılacağımı biliyorum...Ne olacak olduğunu bilmiyor olmak çok sıkıcı...
Tüm hafta boyunca beni heyecanlandıran tek şey dün yağmur yağmasıydı.Ve dün gece gördüğüm rüya...Giden biri vardı yine,giden biri hep vardır...Bu daha da kötü,kaybolan birinin rüyası...Artık üzmüyor beni...
Buradaki renkler çok parlak, şehre göre daha yüksekte olduğundan güneş'e daha yakın...Çok sıcak,balkona çıkmaya bile korkuyorum...Bu yüzden tuhaf rüyaların beni rahatsız edişi...
Eğlence kelimesinin karşılığı,katırlar gibi tepinmek değil,iki sohbet edebilmek sevdiklerinle,burada..En sevdiğim şeyde bu...

Ev kelimesini seneler sonra, hayalimi yaşamaya başladığımda canlandıracağım...Şehirden uzak olması en önemlisi...Ağaçların ve çiçeklerin kokusunu rahatça duyabilmeliyim,pencereyi açtığımda...Veranda da mum çiçeği ve hanımeli olsun,mis...
Yatağımın yanındaki camdan gökyüzünü görmeliyim...Gece yıldızlarla uyumayı severim,şehirden uzaklaşma isteğimde bundan...
Şehrin ışıkları hep siliyor, yıldızların ışıltısını...
Olabildiğince boş olmalı odalarım,elimi kolumu sallayarak yürüyebilmeliyim....
Kendimi rahat ve güvende hissetmeliyim...

Fazla bir şey istemiyorum değil mi?

20100719

...benim sevgilim...


Bugün sevgilim geldii...Çok çok çok ve çok, baya çok mutluyum.Aşırı mutluyum.
Önce yavaş yavaş toprağa çarptı,biraz sonra kokusu yayıldı...
Biraz  daha sonra elime dokundu ve yüzüme...
Bu sıralar tam da ihtiyacım vardı ona...Vee geldi işte.
Çok mutluyum,söylemiş miydim?


...Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım... 
...Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım... 
...Senin için görülen bir düş de ben olsaydım...

                                                                    /N.Genç/



Bu geldi aklıma...Yine mutlu oldum,sahi mutluyum demiş miydim?
Yağmurla aramda ki bambaşka bir şey...Belki, yani eğer önceki hayat denen şey varsa,sanırım çölde yaşayan biriydim.Yok yok, dengesiz değilim şimdi anlıyorum.Çölü seviyorum,yağmura aşığım sanki...Böyleyken,edebiyata adanmamış bir hayat yaşayamam.
Böyle doğdum,böyle öleceğim...

şem u pervane



Dünya bir kendi etarfında döner bir de Güneşin...
Pervane döner etrafında ateşinin,
İnsan döner sevdiğinin...




Başta kendidir merkezi,döner durur,
Yetmez sıcaklığı,yetmez çabası,
Merkezini başka noktaya alır,
Öyleyse, sevilen hep daha sıcaktır.


20100717

damned birthday!(100000000000005. yaş günüm)

Temmuz ve 18'i...
Bir salı sabahı...Saat 10'a yaklaşmakta...
Bir beden ve bedenimin içinde ben...
Dayanamamış ve dünyaya atmışım kendimi, ölmek için,ölümsüzlükten çıkıp gelmişim...
Böyle olmuş işte bir şey yazacağımdan değil...

Bugün benim doğum günüm,
hem sarhoşum hem yastayım,
bir bilgisayar koltuğu üstünde,
babamın hala hayatta ve sanıyorum ticarete atıldığı yaştayım...
Böyle değiştiresim geldi bunu da =)...


bu da güzeldir.

hiçbir şey olmayı öğrenilen zamanlar...

Bir insan kendini tanımakta güçlük çekiyorsa günlük tutması müthiş bir şey.Ben ki kendimi insanlaşma evrelerine bölünmüş bir yaratık olarak tarif ederken bir kaç ay önce,  yazmış olmam ve yazdıklarımı birleştirip okumam sonucunda, kendimi yeni açmış bir çiçek gibi hissediyorum desem yeridir.Başta yazma kaygısı yoktu, düş selinden geçen her sesi yakalayıp kağıda mahkum etmekti, bir başka deyişle düş selinde sürüklenip durmaktan azat edilmişti sesim.Şimdiyse gereksiz bir ağırlık...Yazmış olduklarını okumak, eşsiz bir zevk benim için.biraz daha şu andaki benden önceki beni hatırlamam için iyi bir yol...Ben eğer biliyor olsaydım asla bunu seçmezdim tabi, asla aklını parça parça bölmüş bir aptalın sefil hayatını oynamayı, asla seçmezdim.
Her şey düzelmeye yüz tutmuşken kafamın içindeki sesi susturmayı beceremiyorum.
Şu an aylar önce yazdığım ama yayınlamadım,taslağım da çürümeye yüz tutmuş birkaç yazı var.Birilerini kırmamak için gülümsemekten sıkılmış olsam da suratıma sert yapıştırıcılarla yapıştırmış olduğum bir sırıtışım var.Bir gün gideceğimi biliyor olmak beni rahatlatan tek şey olsa da, Ankara'nın fazla uzak olmayışı ve bunun sadece benim isteğim olması,yani oraya gideceğim bile belli olmaması aşırı güvensiz hissettiriyor.Sanırım doğum günümde, yani beni ölümlü hayatına bağlayan o günde,üstelik nedenini bilmediğim ama şiddetli nefret duyduğum salı gününe denk gelen doğumumu sevmesem de, bu pazar gelecekten haber almak ve ya kararlarımda yardımcı olacak bir şey örneğin Otoyol 60 filmindeki top 8 gibi bir şey dileyeceğim.bu güzel olur değil mi?


Şu tatil ne de uzun sürdü...Yanlış reçete yazdın doktor!Dere sesi dinlemekle değil, insanların gereksiz olsa da amaçsız seslerini dinlemek iyiydi.Teyzem yanına çağırıyor yine,alışmışım sana dön nolurrr diye yalvardı bile kadıncağız..Yarın oraya gideceğim, o halde annemden uzak doğmuş olacağım,bu güzel, niyeyse her geçen gün benden daha çok nefret ettiğini düşünmeye başladım ama nefrette bir his değil mi sonuçta,hiçbir şey hissetmemesinden iyidir...Neyse kendini tanımak diyordum,balık hafızasından bir kaç dakika sonra uyanmış hafızamla bu zor tabi.


Söz uçar yazı kalır sözü fikrimce ses kayıt cihazları tarafından bertaraf edilse de yazıdan yanayım.Öyleyse şöyle başlayayım;



  • Korku filmlerini sevmem ama aşk filmlerini de sevmem...Aksiyon iyidir.
  • Saçlarımı toplu sevmem, asla kısa kestirmem,uğraşacak vaktim henüz varken doya doya bıkayım.
  • Hamamböceklerinden nefret ederim.Yaratılış maçları ne çok merak ediyorum.
  • Bir bardak soğuk limonata için cep telefonumdan vazgeçebilirim.
  • Yağmurlu günlerde içeride oturmak zorunda bırakıldığımda isyan eder, kapıları kırabilirim.
  • Gökkuşağının pek sık görünmediği için hava durumuna küsebilir,bir daha gökkuşağı çıkana dek asla dışarıya çıkmayabilir ve yalnızca kendime eziyet ettiğimi de farkında olabilirim.
  • Annemden daha iyi yemek yaptığımdan halama benzediğimi söyleyebilirim.Ama unlu ürünlerde ondan da iyi olduğumdan bundan da rahatça sıyrılabilirim.
  • Şimdiye dek aklımda tasarladığım her şeyi unuttuğumdan aklıma eziyet edebilirim.
  • Arkadaş denen sonradan kazanılmış bağımlılık maddesiyle bir tutabileceğim eziyetle, sabaha kadar eğleniyormuş gibi görünmektense, dedemle eskisi gibi Sart harabelerinde dolaşmayı ve orada yaşayanlarla ilgili kurduğum hikayeleri dedeme anlattığımda onun yüzünde oluşan mutluluk belirtilerini gördüğüm zamanlara dönmek için tüm yaşamımı verebilirim.
  • Ailemin gerçek ailem olmadığına inandırıyorum kendimi aklı bir karış havada yeni hemşirelerin bir başka bebekle beni karıştırmış ve tüm hayatımı mahvetmiş olduğuna güçlü bir bağla inanıyorum.
  • Annemin (şu aklımdaki fikri doğrulayana kadar dilimdeki adı bu), benim yaşamak istediğim hayat konusunda bir fikri olmadığı gibi, sevdiğim şeyleri yapmaktansa bana ağzından savuşturduğu emir cümlelerini saplamaktan daha mutlu olduğunu görür gibiyim.
  • Su ile bütünleşmiş biriyim, tam boğuluyorum nefes alamıyorum, su yutuyorum derken gözlerimin kapanacağına orada da yaşayabildiğimi gördüğümü sanıyorum,deniz kızı da olabilir miyim?
  • Bu eziyeti okumaya zaman ayıracak biri var mı diye düşünüyorum şu anda...Arka fonda Barış Manço Domates,biber,patlıcaaaann...
Daha devam ederdim de canım sıkıldı...




    20100714

    son saniyeler...

    Aklımı tamamen kaybetmeme çeyrek kalmış bugünlerde düşünce okyanusunun derinliklerindeyim.Bunu isteyerek mi yapıyorum yoksa beynim zorla mı yaptırıyor ya da ruhumu benden ziyade kontrol eden bir şey mi var bilmiyorum.Belki de sylvester'ın ve diğerlerinin yarattığı boşluktan kaynaklanıyor.Dakikalarımı planlamaya alışmışım sanki, hiç yapacak bir şeyimin olmadığı için yine delirme eğilimi göstermekteyim.Bazen delirmeyi sevebilirim,alışmak da denebilir.Aslında yapacak şeyler bulabilirim hatta evet gerçekten bir şeyler yapabilirim ama tembellik yapmak ya da bana göre düşünme ve hayal etmeye daha fazla zaman ayırmak daha işime geliyor.Uyku düzenim, hayal alemim umrumda değil ve ben hala psikologa gitmedim.Sanırım buna gerek duymuyorum, söyleyeceği şeyleri az çok tahmin ediyorum. Takvime göre 4 gün sonra doğacağım ya da daha doğru olacaksa eğer 1 sene yaşlanmış olacağım.Şimdiden 2 tane beyazım var, saçlarım çok sık dökülüyor, yürüdüğüm her yerde izimi bırakmak istercesine...Bazen ellerim titrer, bazen karnımın içinde ne olduğunu bilmediğim bir zonklama olur ve ben yaşlı bir kadından daha yaşlı hissediyor olabilirim.Annemin ısrarlı dışarı çıkarma faaliyetleri sürüyor, oysa ben burada oturmaktan memnunum.Dışarı çıktığımda neyle karşılaşacağımı bildiğimden  bu daha mantıklı geliyor, yeni karın ağrısı istemiyorum.Her zaferin bir de yıkımı olurmuş değil mi, öyleyse annem bu savaşı kazandığında, karşı taraf olarak ben zorunlu bir yıkıma gireceğim.Öncelikle, sabahtan akşama yemek yapmak savaş hilelerimden biri, böylece dışarı çıkmamı istemiyordu, ya da kendimle ilgili herhangi bir şey yapmadığımda....
    Uşak'a niye döndüm ki, dışarıda bir yerde, uzakta olmak daha iyi hissettiriyordu. En azından kendi kendime Endonezya dili öğrenmeye çalışır haldeydim.Bunu yazınca farkettim yanı zamanda inatçı olmaya da yatkınım.
    Öldükten sonra beynimi çıkarıp iyice incelemelerini isteyeceğim ya da ölmeden önce o büyük teknolojileriyle beynimde normal olmayan bir şeyleri görmeye çalışmalarını dileyeceğim.Normal olduğumu hiç hissetmedim, çevremdekiler sağolsun onlarda hiç hissettirmediler.Belkide rüyalarım, kabuslarım ya da onlar her neyse önce onlardan kurtulmalıyım sonra üzerimdeki çekingenliği atmalıyım...Ne yani bunu sırf onlar öyle istiyor diye yapma zorunda hissetmemin manası ne yoksa aslında hiç öyle bir şey yapmak istemiyorum.Rüyalarım, bir şekilde beni olması gereken yere götürüyor buna inanıyorum, tuhaf olsa da onlara güveniyorum, beni çok yoruyor olsalar da...Çekingenliğime gelince sanırım böyle yaşamaya alıştım.Öyleyse yapabilecek bir şeyim yok.Harikulade, onca şeyin ardından başa dönmek,senin gibisi yok!Bazen ne iğrenç bir duygusun sen...


    Şöyle bir okudum da, ergen saçmalarından başka bir şey değil, tüm bu yazdıklarım,yaşadıklarım...Yine de yayınlayacağım, bir gün tekrar okur okur gülerim diye...Hiç bu yaşta olmamayı dilerdim,hala çocuk olmamayı hatta hiç yaşamıyor olmayı...Eee, doğum günüm yaklaştığına göre dileğimi hazırlamalıyım değil mi?...Doğum-ölüm saniyeler arası zıtlık.Ölüm deyince aklıma hep haziranın 16'sı geliyor hani, ''bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin'''i merak içinde dinlediğim gün.Sahi bir ihtimal daha var, bunu bilmek bile huzur veriyor.O halde daha fazla saçmaladan, nokta.
    Seviliyorsunuz ve sizinleyim, ki siz zaten bunu biliyorsunuz...

    20100709

    hiç emniyette değilim

    Karnım çok ağrıyor, sinir barındırmıyor bedenim...Sakin bir yaşamım olmalı benim!
    Daha kötüsü ellerimde titriyor hani...


    Keşke diyorum hep, beni kolayca anlasalar,ileşimimiz kolay olsa.
    Olmuyor ama, işte yine zarar gören ben oldum.Tuhafsın diyorlar bana, hala...Konuşmuyorsun diyorlar, konuştum.Anlamadılar...Yargıladılar, kötü sözler ettiler.Üzüldüm yine, çok üzülüyorum hatta.
    Sahip olduğum her şeyden kurtulmak istiyorum.Hiçbir yerde adım kalmasın...Adım bile olmasın hatta...
    Böylece hiç kimse dokunamaz bana, üzülmem belki bir daha.Hiç güvenli değil yaşamak!
    Hiç emniyette değilim!
    Nazan Bekiroğlu, benim kelimelerin ötesindeki ışığım, onun yazdığı gibi;




    ''Kendimi hiç emniyette hissetmiyorum. Kuşatıldığım yaşama dair siluet vasatının içerdiği riskleri gözden geçirdiğimde bu emniyetsizlik hissi daha da artıyor. Fırın, buzdolabı, çamaşır, bulaşık, saç kurutma ve dahi bilumum makinelerin o kadar karmaşık aksamı. İncecik bir tel aniden ama aniden kopabilir. Bir fiş, bir priz incecik bir cereyan bağlantısı, aniden. Bir otomobil çarpabilir. ‘’Kedilerin trafik kurallarını öğrenemediği’’bu kentte aniden. Dahası kaldırımda yürürken üzerime bir uçak düşebilir. Odama bir gemi girmeyeceğini kim garantileyebilir? Üstelik ben paranoya filanda değilim. Su baskını, yıldırım? Paratoner, poliçe? Güvence, şirket, alarm, emniyet, kapı kilidi, şifre, kasa, banka, güvenlik görevlisi. Kap kacak, yaşam ve ölüm pazarlamacıları. Sigorta bağlantıları. Nefesim tıkandı. Aman Allah’ım, hiç emniyette değilim!Kendisine güvenerek isteklerimi sıraladığım tezgâhtar kız benden çok arkamdaki cama düşen görüntüsüyle ilgili. Rengini yeşil olarak gördüğüm gözleri, bir göz kırpımından sonra kahverengiye dönüşüyor. Bu kadar kısa zamanda lens mi takmış olmalı? Ama sesi de değişiyor. Bu işte bir iş olmalı. Her an başıma bir şey gelebilir. Hiç emniyette değilim.Hastalığımı tedavi etmesi için kapısına düştüğüm doktor benden hasta çıkabilir. İlmine güvendiğim hoca benden alt sınıfta kalmış olabilir. Nedense yazılışa bir türlü karar veremediğim sözcükler var. Üstelik yazışına bir türlü karar veremediğim sözcüklerin nasıl yazılacağını hiçbir imla kılavuzunda da bulamıyorum. Ezkaza bulsam da, birinin doğru imla olarak önerdiğini diğeri reddediyor. Hâsılı kendimi hiç emniyette hissetmiyorum.Hangi sözcüğü arasam kocaman, kalın ve meşin ciltli lügatlerde, karşılığı yok. Ya da benim bildiğim karşılığa uymuyor. Su, diyorum lügate. Su, diyor. Yok, diyorum, ben su, diyorum. İyi ya işte, diyor, işte su! Aynı sözcüklerle konuşuyoruz ama bir türlü aynı kavrama aynı manayı veremiyoruz. Lügatlerin ihanetine uğruyorum biteviye. Beyhude, demeli, ya da ‘’beyhude’’.İhanet kol geziyor. Kendi kendime ihanet etmek için, kendi kendime de her an izin verebiliyorum. Kendimden kaçıp sığınacağım kendim bir türlü barışa yanaşmıyor. Kırık aynalarda çoğalan yüzlerimin sahtekârlığından bıktım usandım. Hangisine ‘’ben’’im diye yönelsem, sonunda hep aynı çıkıyor: bu da ben değilmişim. Gidecek yer yok, nereye gitsem aynı yerdeyim.Ben, ben değilim. Ve hiç kimse kendi değil. Bütün görüntüler kırık aynalarda çoğalıp duruyor boyuna. Yegane gerçek: kırık aynalar. Yegâne sürek: inkisar. Her program aynı film bu sinemada. Buyurun hoş geldiniz. Birazdan ışıklar sönecek. Koltuklarınıza gömülebilirsiniz.Her an bir uçurumdan düşebilirim. Ya da kendimi bir labirentin sonsuz karmaşık dehlizlerinden birinde bulabilirim. Dahası, bizatihi ben, kendim yani, bir uçuruma dönüşebilirim, bir labirentten ibaret kalabilirim.Öyleyse kendim de kendim değilim. Üstelik kendimde değilim.İki yeşil ışık arasında düşünüp iki kırmızı ışık arasında yazdıklarım asılsız çıkabilir. Yapay bir bilmeden dilimin dışına çıkmamı sağlayacak merdiveni bulamayabilirim. Ruhumun gerçeğini bedenimin, bedenimin gerçeğini ruhumun taşıyamadığını fark edebilirim ansızın.Lal kesilebilir aniden bana ne öyküler anlatmış olan dillerim. Akasyanın kırılgan kokusu kendi üzerine kapanabilir. Suya düşen cisim sarılacak bir kara parçası bulamayınca kendi ekseni etrafında dönüp durabilir.

    Yapraklar kendilerini zamansız dökebilir.

    Deniz feneri ışığını zamansız salabilir, zamansız kesebilir.

    Rahmet olması için duasına çıktığım yağmurda boğulabilirim.

    Üzerinden yol ayağımın altında aniden çökebilir.


    Hem, doğru mudur yol levhaları? ‘’Giriş yasak’’ yazısının işaret ettiği giriş, her zaman girişi yasak ülkeye midir? ‘’Köprüden önce son çıkış’’ levhasının beni gerçekten köprüden önceki son çıkışa götüreceğini nereden bilebilirim?
    Her şeyle her şey arasında kurduğum bağlantı yanıltıcı olabilir. Dahası, belki, her şeyle her şey arasında, hiçbir şey arasındaki kadar ancak bağlantı vardır, aniden görebilirim. Foucoult Sarkacı beyhude salınıp durmaktadır belki, belki en mahrem imajlarımı hoyratça harcayabilirim. En güzel görüntülerini üzerime düşüren aynalarımı sudan ucuz sebeplerle yitirebilirim. Gidecek yer yok hiç emniyette değilim...


    Denizimin üzerinden zamansız bir rüzgâr geçebilir.
    Denizimin üzerinden geçen rüzgâr gemimi batırabilir.
    Tellerime vuran mızrap sazımı kırabilir.
    Yerinde olmayabilir yaz, bahar vaad ettiği mevsimde gelmeyebilir.
    Nisanda papatya, mayısta gül açmayabilir.
    Bir daha öyle olmayabilir
    Hasılı hiç emniyette değilim.''


    Nazan Bekiroğlu 








    Evet böyle işte, hiç emniyette değilim, öyle ki bu iletişim kuramamamdan şikayetçi bile değilim.
    Hiç bir şey belli değil...Yarınlar için kurduğum planların sonu yok! Dünüm yok, yarınım sır!....
    Unutmak için ezberliyorum sanki, tüketmek için üretiyor ve ölmek için yaşıyorum.Nefesimi bile tüketmek için alıyorum ve böyleyken neye güvenebilirim ki? 

    20100707

    böyle iyi.böyle çok güzel.

    İnsanların edebiyatla tanıyor olması beni, çok güzel...
    Bir kaç kez görüşmüş olduğum ve şimdi yeniden karşılaştığım bir kaç iyi insanın '' edebiyatçı kız değil mi şu'' demeleri niyeyse mutlu etti beni.Bunun dışında hiçbir yönümle hatırlamıyor olmaları da güzel.Evet evet, bu benim hayatım!

    20100706

    tabi aynı ben.


    Lily Allen - Naive .mp3
    Found at bee mp3 search engine

    20100704

    the lost

    Dedem ve ananemin yanındayım bir kaç gündür...
    Burası sessiz sakin, ımm tam benlik!İlginç bir şekilde diğer akrabalarında buraya göçmeye başladı.Sessizliği dinlemeyi sevenler hep burada!

    Ananemin tüm kızmaları,kötü bakışlarına rağmen bir kaç blog ötedeki teyzeme gelebildim ve hala burdayım.Çok rahatım burda,inanılmaz bir şey bu.Sabah akşam kek, pasta, börek yapıyorum,harikulade!

    Dayımla konuştumda içim acıdı.Aslında tek yapmak gereken bir insana yaklaşırken ona benzediğine vs. şeylere inandırmakmış...Önemsediğini göstermek, yakın olmaya çalışmakmış.E karşıdaki de iyi niyetli bir insansa artık o seninleymiş.Bu kadar basitmiş.Ben safmışım hatta az biraz aptalmışım.İnanırmışım hemen kanmışım.3 tekil şahsın tek derdi benim yapabileceklerimmiş.Yuh, hiç üzülmedim sağol, direk öldürseydin keşke...
    Sanırım şu dakikadan itibaren hiç umrumda değil dedikleri hem de hiç...

    Akıl sağlığım ince bir ipin ucunda, koptu kopacak...Tezer Özlü beni mahfetti sağolsun!
    Her gece okulla ilgili kabuslar görmemde cabası...Açılsa artık daha rahat edeceğim sanki...

    tamam yok birşey.

    20100702

    böyle iyi.

    Hiçbir şeyin eski tadı yok...
    Ya da ben eskisi gibi tat alamıyorum...
    Sylvster'ım yok ne zamandır,özlüyorum,çok!
    Meğer ne güzelmiş sabahladığımız günler...
    Tamamen kesildi iletişim yollarımız...
    Çaresizce onu arıyorum,sonuç yok!
    Dostum, arkadaşım, babam, oğlum, herşeyimdi.

    Sıkıntıdan saçlarımı değiştirdim,dalgalı,böyle iyi.
    Mavimsi bir taştan kolyem var, iyi geliyor oda.
    Tuhaf, çünkü sevgi de yok...
    Tüm dostlarım uzak kaldılar sanki...
    Çok mu içime çekildim ben yoksa?
    Bir şey yazmaya başladım, belki bilmek istersin...
    Ama çok ağır geldi,altında kaldım sanki,üstesinden gelemeyecek gibiyim.
    Sanırım o da yarım kalan hikayeler sandığına atılacak,yazık!


    ''aşk nasıl da kırılgan,
    sus dedim ama olmadı.
    kalbimden ismin geçti, ahh kimseler duymadı...''

    Kabus görmekten sıkılmıştım da, her gece
    bu şarkı iyi gelirdi.Bilirsin, seni hatırladım ilk fırsatta...
    Sende dinle hadi bu şarkıyı,hatta belki aynı anda dinleriz de, tesadüf bu ya,
    gözlerimiz dolsun o anda...Sen özlemedin mi?

    Beni hatırla!
    Beni unutma!

    Senin,senin ellerine...

    Ellerin,ellerin ve gözlerin...
    Daha önce böyle başlamış olduğum yazıda bu kadar yoğun değildi hislerim...Yeni doğmakta olan bir günün karanlığından daha ıssızdı kalbim ve biliyordum işte doğacağını o güneşin...Her akşamın inişinde kana boyanırdı günüm,senin olmadığın bir dünya fikri batardı hep içime,sensizliğin fikri götürürdü beni düş sokağımın sonu olmayan hikayesine..

    Yine,ellerin,ellerin ve gözlerin...
    Dokunsam hayal olup gidecek işte...Ellerin diyorum ki, senin ellerin,dokunabilmeye bile uzun hayaller kurduğum ellerin...Ve işte gözlerin gözlerime değdiğinde içimde kurduğum köprüleri yıktığım...

    Ellerin daha fenası,tenimi dirilten ellerin,ölü tek bir hücre bırakmadan...
    Gözlerin çünkü, nefesini bırakırken göğsünden hüznü gördüğüm için daha fena sevdiğim gözlerin...Ellerin ki ellerin benim...Gözlerin,benim gözlerim...Bıraksan hatta ben olabildiğine senin...

    Velhasılı, anlatmaya gücüm yok,ellerin ellerin ve gözlerin cennetim benim...Hayatım uçurumun kıyısında,bir el uzanıyor ki,ellerin işte senin ellerin...Beni kurtarmaya yeminli,her düşüşümde beni kucaklayan ellerin...

    Tatlı dilin,ufacık yalanlar fısıldarken kulaklarıma yine de mutlu olduğum tatlı dilin...
    Tatlı dilin,aidiyetimin ellerinde olduğunu fısıldayan,bağımlılığıma karşı koyamadığım tatlı dilin...

    Ve işte, o dildir ki bu hikayeyi bu hale getirdi...O dil ki, hayır diyemediğimden bu hikayenin kahramanları olduk...Tatlı dilin, dudaklarımın ucuna kıvrımlar dolusu gülücük yerleştiren...

    Sesin, duvarlarda yankılanırken, başkasının duymasını kıskandığım güzel sesin...Sesin,o güzel besteleri söylerken, susup dinlediğim...Sesin,duymaya doyamadığım...

    Ve sen,tamamiyle sen,
    Yeryüzüne hiç doğmamış hayaller kurduğum,
    Zamanımın hepsini yanında geçirsem yetmeyecek sen...
    İyi ki varsın sen...

    Hikayelerimin hepsinin sonuna senli bir nokta,ilki bu olsun.
                                                             
                                                          Meusol.



    Güvercin Gerdanlığı

    Hani 18 temmuz benim doğum günümmüş,öyle diyorlar,hatırlamıyorum tabi.Hiçbir şey yaptığım yok hala...Arkadaşlar falan,görsem hatırlamayacağım yüzlerini o kadar uzak hissediyorum...Coğrafya sınavına gireceğim günde uykusuzdum dibine kadar..Ne olmasını bekliyorsam..Of!
    Ben hep sıkılıyorum böyle,açılsın okul...Uğraş verin bana!


    Her sabah saat 9 ile 10 arasında Güvercin Gerdanlığı*'nı okuyorum.Çok güzel bir şey...Aşk hep hayatta kalıyor ya hani onu görmek çok güzel..Aşk hep güzel.Miş'li geçmiş zamanlarda da,şu anda...İbn Hazm bu konuda geçmişten ışık tutmuş gibi, Mısır'ın hileli aynalarıyla...
    Güvercin gerdanlığı, güvercinlerin boynunda bulunan halka biçimindeki tüyler, klasik İslam edebiyatında boyna geçen ve ölünceye kadar çıkmayan 'aşk zinciri' dir.


    ''Benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir.''


    ''Her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli çağırır; arar, bulur.Her şey misli mislinedir.''


    ''Allah Adem'in eşinde bulacağı ısınmanın nedenini, Havva'nın kendisinden bir parça bulmasında kılmıştır...''


    Öyle değil mi ama?


    İçeriğe gelince,kitap 30 bölüme ayrılmış;on tanesi aşkın kaynaklarına dair.Sonraki 12 bölüm aşkın iyi ve kötü yanlarını,kalan 6 bölümde aşka zarar veren afetleri açıklamakta.


    İbn Hazm’a göre aşkın belirtileri şöyledir: “İlkin sevgiliyi derinden derine seyre dalmaktır...Yine, bir insan, ancak sevdiği nesneden başkasına söyleyemeyecek şeylere sahip olduğunda onun aşık olduğunu anlarız. Başkalarıyla konuşsa bile, dışardan onu gözlemleyen kimseler, onun yapmacık hareketlerde bulunduğunu kolaylıkla sezerler... bütünüyle saçma sapan şeyler konuşsa, yalan bile söylese ona hak vermek, haksız olduğu anlarda dahi onu doğrulamak... Sevgilinin bulunduğu yere gitmekte ivedilik etmek, onun yanı oturmanın yollarını aramak ve ona yakın olmaya çalışmak... sevgiliden ayrılmayı gerektirecek her türden ciddi durumu hiç hesaba katmamak... sevginin belirtilerindendir....


    ''Aşkın Mahiyeti'' başlıklı bölümdeki bir beyite denizci halatlarıyla bağlandım.


    ''Bana verdiğin acıdan zevk alıyorum ey ümit kapım,hayır,hayır senden asla yüz çevirmem.
    Şayet bana ''onun aşkını unutacaksın'' deselerdi cevabım lam ve elif olurdu.''(La=hayır)


    ''Sevgilimin adının geçtiği konuşmaları ve onun Anber kokusunun beni çevreleyip kuşattığı anları çok seviyorum.Eğer konuşacak olursa, onun güzel ve tatlı sözlerinden dolayı başkalarının sözlerine asla kulak asmam...Eğer zoraki ondan ayrılmak için kalkacak olsam, gözlerimi biran bile ayırmam ondan,yürüyüşüm ise ayakları yaralanmış bir hayvanınkini andırır.Gözlerim ona öyle mıhlanmıştır ki, bedenim ondan uzaklaşsa bile dalgaların ortasında boğulan birinin kıyıya baktığı gibidir ona bakışlarım.Onun uzaklaşmasını düşündüğüm zamanlar tozun içinde ve alevlerin ortasında susuzluktan nefesi kurumuş birisi gibi oluyorum.Göğe ulaşmak mümkün müdür öyleyse? desen bana, evet,diye cevap verirdim.Çünkü gçğe çıkmak için merdivenin nerde olduğunu biliyorum''


    Of,dağıldım ben burada.


    Bu genç kız yok mu!Ben ancak onun yanında yaşayabilirdim.Tanrı aşkına söyleyin bana yaşamayı istemek suç mu?


    Elimde olsa tüm dizeleri paylaşacaktım da, neyse...
    Psikoloji alanında da yol gösterici olmakla beraber Marcel  Proust'la karşılaştırılmasını doğru bulmuyorum.Biricik bir eser.Okunası sonra sevgiliye hediye edilesi bir kitap...Ya da bunu daha önce okumuş bir sevgiliye sahip olmak!


    Sanırım ağlayacağım.


    Okuyun! Şiddetle tavsiye ediyorum hatta okumadığınızı hissettiğimde bizzat şiddet göstereceğim!


    Seviyorum hepinizi,öptüm...